100 TL ve Üzeri Alışverişte Kargo Ücretsiz
Kaçamam, saklanamam! Av olursam kendimi kaybederim, Avcı olursam sevdiklerimi… Çünkü Onlar beni istiyor! Emre, sıra dışı yetenekleri olan bir öğretmen, arkadaşı Teksen parlak bir avukat… Teksen, garip bir dava ile karşılaşır; aylar önce kaybolan bir genç ortaya çıkar ve işlenmemiş bir cinayeti üstlenir. Bu gencin üstlendiği cinayet, bir süre sonra kayıp gencin anlattığı şekilde işlenir; tek farkla, bir başka katil tarafından. Teksen, yetenekli dostu Emre’den yardım ister. Bu genci anlamaya çalışan iki dost, davayı soruşturdukça daha fazla kayıp gencin, daha fazla cinayetin ve tek bir katilin olduğunu görürler. Bir kurdun inindelerdir artık. Cinayetler, bu iki dostun yakınlarını da içine alarak çıkılması zor bir labirente dönüşür. Emre ve Teksen, peşine düştükleri katilin izini, hem İkinci Dünya Savaşı yıllarında hem de gelecekte bulurlar; artık geri dönüşü yoktur. Göğün kapıları açılmış, Pazuzu, ordusuyla yeryüzüne inmiştir; yoksa, bu katil gelecekten mi gelmiştir? Masumların katiline karşı Remus ve Romulus olmaktan başka seçenek kalmamıştır.
Proje Balarısı ve Fatih`in Emanetçileri adlı kitabıyla polisiye serisini devam ettiren yazar; bu eseriyle serinin mihenk taşını yerine koymaktadır. Eserde, hak ve adalet uğruna batılla mücadele içerisinde olan kahramanımızın başından geçen gizli olaylar silsilesi sizi Orta Doğu ile Avrupa arasında bir koşuşturmaya sürükleyecek, her şey bitti artık denilen noktada, yeni bir maceraya atılarak “On İki Şövalye”nin tüm planlarını alt üst etmeye yelken açtıracaktır. Siz de eseri okurken ya “On İki Şövalye” olup gizli planlar peşinde koşacak ya da Aksakallı olup devletin bekası için canınızdan geçeceksiniz.
Irak’ta yeraltına yapılmış gizli bir araştırma merkezi… Ülkeler arasında tehlikeli bloklaşmaların yaşanacağı ve ikinci soğuk savaşın eşiğindeki dünyanın kaderi, lazer teknolojisinin, biyolojik/kimyasal bombaların ve hatta nükleer silahların yerini alacak yeni bir teknoloji ile yüzleşmek üzere. Amerikan işgalinden sonra Irak'ta gerçekleştirilen A.B.D-İsrail ortak yapımı "Babil Tünelleri" isminde gizemli bir laboratuar tüm bu olayların beşiği olacaktır. Kaçınılmaz küresel kaderin gidişatında ise Türkiye bölgede dengeleri korumak ve dünyayı bu yeni küresel tehditten arındırmak zorundadır aksi halde medeniyetlerin beşiği Mezopotamya medeniyetlerin sonu olacaktır.Babil Deneyi-Siyah Füzyon romanında ajanlar, suikastçılar ve bilim insanları arasındaki mücadeleyi soluk soluğa okurken nefesleriniz kesilecek.
Konteyner ile duvarın arasına sıkışmış bir cesetti onları dehşete düşüren. Alnının tam ortasında bir kurşun deliği vardı ve gözleri, son gördükleri karşısında dehşet doluydu. Karanlık bir köşede sır dolu cinayet ile başlayan olayların silsilesinde sır perdesi aralandığında kendinizi, bir polisiye romanın başkahramanı ardına takılmış; heyecan, öfke, merak ve stresin kaplayacağı bir buğrana dalarak "DERİN DEVLET" ile tanışacak ve amansız bir kovalamacanın peşine düşeceksiniz. Sır dolu olayları kahramanımızla beraber çözerken, intikam almak için sabırsızlanacaksınız.
Bir Aldanış, Bir Arayış; “Hiçbir şey doğru değil, hiçbir şey yanlış değil; her şey, bir hayal ve bir yalan. (…) bir doğru varsa o da acılarımızdır,” demiş Alphone de Lamartine. Acıların bir mutluluğun, sevinçlerin ise bir felaketin habercisi olacağını bilmeden anı yaşar, ana göre tavır alırız. Hayat da bir aldanışın, bir hayalin, bir aldatmacanın yaşattığı tek gerçek olan acıların sahte gösterimidir ve insan bu gösterinin başrolünde olduğunu dahi bile bilmeden yaşar, aldanır, aldatılır ve üzülür. Ya yaşadığına inanırsın, hayatın kaderin olur ya inandığını yaşarsın inandığın doğrun olur ya da yaşadığını sanarsın ve bu da aldanışın olur. Kaderle, doğrularla ve aldanışlarla geçen hayatı dolduran anlamları, değerleri yanlış konumlandırmışızdır. Bazen her şeye sahipken yoksulluğu, bazen de hiçbir şeye sahip değilken bolluğu yaşıyorsak ya yanlış taşlarla yanlış hamleler yapıyoruzdur ya da yanlış şeylere gereksiz anlamlar yüklüyoruz demektir. Feda ettiklerin ile veda ettiklerini, elde ettiklerinden çıkardığında sana kalanı ne ile doldurduğun, ne ile yaşadığın seni sen yapan tek şeydir. İşte bu yüzdendir ki; bu hayatı nasıl yaşadığın ve hayat adına ne yaptığın bir varoluş meselesidir. Mutluluk; ne için var oldun? Ne ile var oldun? Ne ile yok olacaksın? Sorularına verdiğin cevaptır. Mutluluk, sahip oldukların ile yoksun olduklarının çatışması içinde geçen ömrünün arkasından “Değer miydi?” diye sorduğunda “Evet, değerdi,” diyebilmendir. İnsanların yaşamlarına dokunurken, onların umutlarına “değerdim” diyebilmendir. Ayırmadan doğayı, insanlığı, onların bir amaç uğruna bir bütün olarak orada olduklarını bilerek, “onlar da bir değerdir” diyebilmendir. Mutluluk; bir daha gelsen dünyaya, aynı hatalarınla, olamayışlarınla, pişmanlıklarınla yeni baştan yaşamayı isteyebilmendir. Mutluluk; hayranlıkla baksan da kendine, kendindeki eksikliği, nefretle baksan da ötekine, ondaki kendini görebilmendir. Kısaca mutluluk, yaşamayı bilme, yaşayabilme ve yaşatabilmendir. Hiçbir şey için hiçbir zaman geç değildir ve unutma ki her arayış bir kayboluşun, her kayboluş da yeni bir buluşmanın bir başlangıcıdır. Bu kitap, etraflarını çevreleyen dünyanın değerleri ile yokluğa sürüklenmiş, ancak yokluğu, varlıkla buluşmuş günümüz dünyasının değerlerinin, aldanma, aldatma ve aldatılma ekseninde kaybolmuş bireylerin hayatını konu etmektedir. Bu kitap, hiçlik içinde bir varlık olduğunu göstermesi amacıyla cinsiyet, zaman, mekân gibi tüm aidiyetlerden soyutlaştırılarak kaleme alınmıştır. Bu nedenle anlatılan; senin, benin, onun, kısacası hepimizin anlatıl(A)mamış hikâyesidir.
Bir anne, bir çocuk ve bir grup doktor… Afrika’da başlayıp, İstanbul’da devam eden bir macera… Elinizdeki bu kitabı okuduğunuzda; yaşamanın önemini anlayacak, Hayatta kalma gayretinin müthiş duygusunu içinizde bulacaksınız
Komik bir biçimde başlayan ama bir daha hiç gülemeyeceği ciddiyetteki olayların casusluk gibi bir suçlamaya dönüşmesi… Yaşadığı ağır koşullar altında ayakta kalma çabası ve masumiyetini ispatlama mücadelesinin hikâyesini okuduğunuzda “Gerçek hayatta hem de Almanya gibi modern bir ülkede olmaz bunlar, ancak kurgudur…” diyerek düşüneceğiniz ama her ânı yaşanmış gerçek bir olayın, yazıyla anlatılabilen kadarının naklidir bu satırlar… Emekli Emniyet Müdürü HANEFİ AVCI Taha Gergerlioğlu 2014’ün Aralık ayında Frankfurt’ta ilginç bir şekilde tutuklandı. Ama ortada bir suç yoktu. Bulunmalıydı. “Ajan” ilan edildi. İçeri alındığında anladı ki Alman Devleti peşine düşmüştü. Attığı her adım takip edilmişti. 11 ay güneş yüzü göremedi. Tecrit edildi. Tek başına kaldığı hücresinde yenilmedi, pes etmedi, teslim olmadı! Olmadık hakaretlere maruz kaldı… Türkler değil ama Almanlar yenildi. Geri adım attı… O gün geldiğinde “Pardon!” diyerek serbest bıraktılar… Geride yüzlerce cevap bekleyen soru vardı! İşte bu kitap bu anlaşılmaz kumpasın en anlaşılır tarafı! Okuyun! Güler misiniz, ağlar mısınız bilemem… Ama okuyun! Almanya gerçeğini Acı Vatan’ı bir de burada keşfedin. Sonra bir daha düşünün! “neler oluyor?” diye... Takvim Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ERGÜN DİLER İşte bu çetrefilli süreçte hayali olmayan bu kahramanlar yazar Ahmet Ferruh Öncü tarafından bugüne kadar belki de hiç denenmemiş bir üslup ile kaleme alınarak kitaplaştırıldı. Kan donduran muamelelere maruz kalmış Gergerlioğlu ve arkadaşlarının sürecini bu enfes üslup ile okuyacaksınız.
Kapatın gözlerinizi… Elinizde tuttuğunuz kitabın sayfalarında akıl melekeleriniz duracak acılı sayfalar içerisinde siz de Sürgün edileceksiniz… Bir gemiye doldurulup sürüleceksiniz vatan toprağınızdan yalnız başınıza… Son gördüğünüz görüntü meclisin önündeki darağacı olacak ve yerinizden, yurdunuzdan gönderilerek dar topraklara sıkışmış bir şekilde canlı canlı gömüleceksiniz… 3 Martı gördüğünüz her an içiniz sızlayacak... Prangalar bağlı gözleriniz göremeyecek güneşin tabiatını, Saraylar, köşkler, yakutlar, elmaslar olmayacak derdiniz, ufalanmış ruhunuzla imana teslim olacaksınız! Altı yüz yıllık hanedanın ezanı seslerini özleyeceksiniz tanımadığınız milletler arasında duymaya çalıştığınız seslerde. Kendi gözyaşınızda boğulup, Kaçak göçek dönemeyeceksiniz toprağınıza... 3 Mart denilince tekrar; Ceddim diyecek.. Dedelerim diyecek... Abdulhamid Han diyecek… Vatanım diyeceksiniz... Sürgün edilen hanedan ailesinden Sultan Abdulahmid Han’ın torunu Abdulhamid Kayıhan Osmanoğlu tarafından kaleme alınan “Sürgün” zamanının misafiri olacaksınız.
Varlığının, görebildiklerinde değil, kendi benliğinde, bulamadıklarında olduğunu anlamıştı insanoğlu; kim olduğunu, yaşadıkça ve kendi benliğinde öbekleşmiş olan “Sus” kunluğuna taptıkça öğrenecekti. İnsanlığın, evrende yaşamaya başladığı ilk dönemden günümüze kadar kendi arayış hikâyesini farklı bir üslupla anlatan bu kitap, çağın karmaşası arasında yitip gitmekte olan kendini bulmanın ve yeniden tanımanın amacındadır. Okurken, kendinizi, bazen birebir yaşayacağınız olayların içinde bulacak, bazen de hayallerinize sığınarak ufkunuzun ulaşabildiği yere kadar gidip, kendinizi yeniden keşfetmenin, tanımanın huzuruna kavuşacaksınız.
Hafızasını yitirmiş bir adam, Ona âşık olmuş bir kadın. Gerçek bir hikâye .. Bu roman size ‘’her şey bitti’’ dediğiniz zaman aslında bitmediğini, bazen koca bir dünyanın bir adama düşman olabileceğini ve bir adamın koca bir dünyayı karşısına alabileceğini müthiş bir dille anlatırken, içindeki sonsuz maceranın yaşanmış bir hikâye olduğunu hatırladıkça inanmakta güçlük çekeceksiniz.
Biz Türklerden neden çekinirler bilir misiniz? Bizi en iyi yansıtan ve İfade eden kurttur. Kurt intikam peşinde koşan tek hayvandır. Asillerdir, Bozkurt... Bir atasözümüz der ki; Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz." İnsanın yarını olmayabilir, gün onundur! Geçmişi ise haritasıdır. Si yarınının olmadığını bilerek yaşamıştı, geçmişi ona hayat verdi. Sonsuz bir barış için sonsuza kadar yok olmayı göze alan bir adam. Aslında, "Sonsuz barış" sonsuz bir arkadaşlığın intikamı ile başlamıştı. "Kader kovalar ve yorulmaz, bu yüzden kaçma..."
Her şey bir hata ile başladı. Sonra kalem girdi hayat sahnesine bir kitap ile.. Kitap; yeni bir dünyanın kapısını araladı insanlığa Bir sır ifşa oldu, sonra bir sır daha Bir hayal gerçekleşti Kıvılcım, zamanı yakacak ateşi başlattı Bir isyan baş gösterdi umutsuz yüreklerde Krallıklar savaşına sahne oldu kâinat Az olanlar çok olanlara galip geldi Bir gül goncası aşk olarak yeşerdi genç yüreklerde Bir hasret son buldu Gözler yaşlandı sevinen kalplerle birlikte Sonra tüm varlık bir sır olarak kaldı Belki de kalmamıştır Kim bilebilir ki…
Paha biçilemez bir broş ve içine işlenmiş derin ve girift esrarlar, çözülmesi imkânsız gibi görünen bir şifre... Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’yi ayakta tutmak ve gelecekte kurulacak yeni devletin istikbali için dahiyane bir proje hazırlayan Sultan Abdülhamid Han… İlk insanın yaratılışından beri var olan hak ve batılın mücadelesini yansıtan karmaşık ve çok boyutlu bir kaos... Dünyayı tek pazar haline getirmek ve insanlığı köleleştirmek amaçlı komplolar hazırlayan gizli bir örgütün küresel ve yerel aktörleriyle İstanbul’da kurduğu bir komplo… Bu komployu önlemek için devletin çok gizli biriminin başlattığı bir operasyon: Proje Balarısı. İstanbul’da başlayıp Roma’ya taşınan büyük mücadele… Ve tekrar İstanbul’da gerçekleşen nihai hesaplaşma, kurulan tuzaklar, masum insanların hayatlarıyla ödediği bedeller ve ihanetlerin ardından, arkasına yabancı bir gizli servisin de desteğini alan batılın hizmetkârı gizli örgütün dize getirilmesinde, strateji ve taktiğin ötesinde imanın rolü… İnsanlığı yıkmaya çalışan karanlık örgüte karşı mücadele eden devlet biriminin dünyanın farklı yerlerinde başka bir güç odağından aldığı sürpriz yardımlar... Son safhada çözülen bulmacanın ardından yurt dışında dört farklı noktada yakılan hak, adalet ve insanlık meşalesiyle Türkiye’nin istikbâle giden yolunun açılması… Murat Şaşzade’nin kaleminden nefes kesen bir macera sizi bekliyor…
Türkiye üzerinde oynanan ve büyük oyunu çürüten Doğan Karamanoğlu, suikasta uğrayarak ölümden döner. Bu durum, “Kızıl Elma” ruhuna sahip yedi asırlık teşkilatın vatan sevdalısı Doğan’ı apar topar kuruma götürür. Asena, Doğan ve Semih Ayyıldız için 251 şehidin intikamını almak üzere Okyanus`un diğer kıtasına uçarlar. Allentown’da bekleyen diğer bir ekiple toplanıp büyük operasyon için titiz planlarını hazırlarlar. 27 sayısı hiç bu kadar acımasız ve anlam yüklü olmamıştı; Doğan, artık intikam için yaşayacaktı. İntikam sahnelerini yaşayarak okuyacağınız bu romanda, adrenaliniz yükselecek, Doğan ve Reyhan’ın doludizgin aşkları belki de gözlerinizi doldurmaya sebep olacaktır. “Fıtrat değişir sanma; bu kan, yine o kandır.” Namık Kemal
Ölüm; her yaratılanın korktuğu mutlak sondur. Kimine göre beden, kimine göre ise sadece ruh ölür. Ama her yaratılan muhakkak ölür; her var olan, sonun başlangıcına varır. Ya ölümsüzlük? Gerçek olabilir mi? Bir yaratılmış, bir insan, sonsuz yaşama sahip olabilir mi? Bu mükâfat bahşedilir mi? Ya da bu bir mükâfat mı?
Başkan ve ekibi; ana karakter Jack'ın arkadaşı Tony'i, Bali'den onu alıp ABD'ye getirmek üzere görevlendirmesi ile soluksuz bir serüven başlar. Eski Acil Operasyon Harekât Birimi (A.O.H.B); zamanında önemli işler başarmış Jack, Tony, Roger, Gemıma, Nila, Kalin ve VASYL'den oluşan, güçlü bağlarla birbirine kenetlenen bir “GİZLİ OPERASYON” biriminin merkezi olur.U.T ve ABD arasındaki ilişki ile geri planda uluslararası toplumu yöneten 427 aile ve onların yüzyıllardır süregelen enerji, güç, iktidar savaşları ele alınırken, ana karakter ve etrafındakiler, bir sürprizle karşılaşırlar; yeni bir uygarlık. Eserin ilerleyen sayfalarında “MANİSA URLA AY ÜSSÜ ENSTİTÜSÜ” ve “PRAGMA” isimli tesislerde, alternatif enerji için uzay boşluğunda “YILDIZCIK” oluşturulması ve Manisa’daki Enerji Toplama Birimi`ne aktarılması hedeflenerek ABD, Çin ve Türkiye’nin bir arada yeni bir çağ, yeni bir uygarlık kurma hayalleri, jack ve arkadaşlarını, “TOPRAK ANANIN ONURLANDIRILMASI” için amansız bir göreve sürükler. Hızlı, aksiyonlu, düşündürücü ve etkili şekilde işlenen hikâyenin içinde, evrenle ilgili manifestolardan, Einstein’a pek çok insanı görmek olası bir durum. Eğitirken düşündüren bu kitap, kesinlikle sürükleyici bir olay kurgusuna sahip; okurken sizi olayın içine çeken ve hayallerinin içine alan eserde, kendinizi başkahraman olarak görebilirsiniz.
Üç Saniye kitabıyla yaşam olgusunun derinliklerine inen ve okurlarının beğenisini kazanan yazar, bu kez eserinde hepimizin hikayesi olan var oluş olgusunu irdeleyerek birbirine tutkuyla bağlı iki insanın bir oluşuyla insanoğlunun nasıl hayat bulduğunu, felsefik ve eğlenceli bir dille anlatmakta. Bunu yaparken; aynı zamanda sosyolojik ve tipolojik kavramlar üzerine de yeni bilgiler aktarmakta. Bu eşsiz romanı okuduğunuzda yalnızca bir serüvene kapılmakla kalmayacak, yaşama tutunmak için insanoğlunun nelerden vazgeçtiğini görecek, var oluş olgusu üzerinde hayatınızı anlamlandıracaksınız.
Aşk ve dost kavramlarının yeniden şekillendiği üçüncü bir boyut: “Karıncalar” Genç olmanın verdiği heyecan, aşk ve dost çıkmazı Birbirine sıkı sıkıya bağlı dostların soluk soluğa kaldığı amansız bir serüven Sona yaklaştıran bir not: Düşündüm! Yazarın, gençlerin doludizgin yaşamlarından esinlenerek yazdığı eser; sıkı sıkıya birbirine bağlı bir grup arkadaşın, yurt ortamından çıkıp soluk soluğa kalacak bir serüvene kapılışlarını anlatmaktadır. Okuyacağınız eser, sizleri yazarın samimi ve sade diliyle olayın içine çekecek ve bu serüvene siz de kapılarak, âşık olmanın, dost olmanın ve hayatı doludizgin yaşamanın sınırlarını hayallerinizde yeniden keşfedeceksiniz.
İntikam ve aşk aslında bir nevi intihar…İster intikam ister aşk deyin, sonuçta aynı değil mi?İntikam ateşi ile yanıp tutuşurken aşk ateşiyle kavrulmak…Aslında derin gözlerdeki o kuyuya son inişim. Aslında pes etmekten nefret ederdim, bu da vazgeçişim değildi tabii sadece ara vermiştim intikamıma, aşkıma ve belki de intiharıma…Amacımı şaşırtan o dipsiz gözlerindeki ilk bakışın suçludur, ilk dokunuşun ve ilk tutuşun…Ölümle başladı hikâyemiz, sonumuzu bilmediğim için belki de bu cesaretim.Belki de ondandır kusursuzca sevişim…
Ordusuyla birlikte Roma’ya sefere çıkma hazırlıkları yapan Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmed Han, gut illetinin pençesinde ölüm döşeğindedir. İlây-ı kelimetullah davası uğruna nesillerin istikbali için hazırladığı yeni bir maarif hamlesi… Sultan Mehmed Han’ın hocasından şeyhlere ve oradan dervişlere, elden ele yayılarak günümüzde devletin en üst kademesine teslim edilen emaneti; onun planına sadık kalınarak geleceğin liderlerini yetiştirmek için ihya edilen Enderun Mektepleri… Küresel gıda kartelleri tarafından geliştirilen tarım yöntemleri; GDO’lu ve hibrit tohumlarla gıdaya erişimi engellenen ve açlığa mahkûm edilen Afrika… Arka planda gıda kartellerini yöneten karanlık, ezoterik bir örgütün kurguladığı şeytani bir plan: Dünya’yı nüfussuzlaştırma. Bu insanlık düşmanı örgütün, sinsi ve acımasız planını durdurabilecek tek ülke; Afrika açılımıyla birlikte bölge haklarına hak, adalet ve insanlık götürmeyi hedefleyen Türkiye’dir. MİT bünyesinde oluşturulan özel görev gücüne Enderun Mekteplerinden mezun olan uzmanların da katılımıyla Hartum’da kiralanan Tarım Uygulama Çiftliği, büyük bir mücadeleye sahip olur. Küresel örgütün sınırsız güce sahip üyeleri, kullandığı güç odakları, uluslararası bir tohum firmasının İstanbul şubesi, özel yetiştirilmiş ajanları, devlet kurumları içinde güç, para gibi motiflerle zafiyete düşüp ihanet edenler, şantajla tuzağa düşürülenler; Sudan ölçeğinde MİT’e bağlı görev gücü, Küresel Ezoterik Örgüt`le mücadele ederken ön plana çıkan gıda güvenliği… İhanetler, şantajlar ve blöfler eşliğinde kurulan tuzaklara rağmen MİT’e bağlı görev gücü; devlet kurumlarının, stratejik ve taktiksel desteğiyle bölge halklarını gıdaya ulaştırma yolunda büyük mesafeler alır. Nihayetinde Fatih Sultan Mehmed Han’ın hak, adalet ve insanlık değerlerinin emanetçileri; ancak onun maarif sisteminden geçen gençler olabileceği hissedilir.
Hikâye, 2001 yılının Ramazan ayının son gününde geçmektedir. Ana karakterler; üniversite öğrencisi Tekin, arkadaşı Ahmet ve cami görevlisi olan yaşlı bir adamdır. Tekin, arkadaşı Ahmet’i öldürmek üzere iftar saatine yakın evinden çıkar. Düşüncesine göre, yapacağı işin adı cinayet değildir. Hatta bu, hasta bir gencin kurtuluşunu sağlayacaktır. Bunu sürekli kafasında teyit etmeye çalışsa da vicdanına baskın gelemez. Vicdanı bu işin ne olursa olsun cinayet olduğunda kararlıdır. Dilemmalar içinde yürürken bir çıkış yolu arayan Tekin, kendini Doğu Ekspresi’nde yolculuk ederken bulur. Yolculuğu sırasınca yaptığı işin baskısı ile vicdanını dile dökmüş, onunla cebelleşiyor ve onu, yaptığı işin kötü olmadığına inandırmaya çalışıyordur. Ayrıca kendine de söz vermiştir. Artık iyi bir insan olacaktır.Fakat işler istediği gibi gitmez. Şahidi mümkün olmayan cinayetin tanıkları, tek tek ortaya çıkar. Korku ve gerilimi en üstte yaşamaya başlayan Tekin, trenden ayrılmak ister; lakin asıl iş, burada çığırından çıkmıştır. Genç adam, trenden kaçmak için adımını her attığında tekrar başa dönmektedir. Vagonun kapısından her çıktığında, kendini Haydarpaşa’da ve trenin ilk kalkış saatinde bulur. Bununla birlikte birçok gariplik daha trende vuku bulmaktadır. Yaşadığı paranormal olayları anlamak ve kurtulmak için bir süre çabalasa da en sonunda pes eder.
IMKB’de Mr. Speedy ile PANDA arasındaki hesaplaşmanın 20.000.000 dolarlık bir türbülans yaratacağını ve “Game in Game” yaparak 20.000.000 dolarlık SNOWYCHEM’i Mr. RIGHTFUL ATTACK, DARKMAN ve Mr. THUNDER’ın uhdelerine geçireceğini ve hiç sermaye koymadan bir haftada RAOS A.Ş.’yi var edeceklerini Mr. SPEEDY bile görememişti; ama Jack the Lawyer (JL) , vurgunu yapanların tam ortasında idi ve terazi elindeydi. SPK vurgunun farkına varmıştı, vurguncularsa çok hızlıydı; fakat her koşulda, terazi peşlerindeydi. Gücün karanlık tarafı, günümüz Türkiye’sinin DARK SIDE’ı ve “HALKA AÇIK HOLDİNG”inde vurgun kovalamacasını soluk soluğa okuyacaksınız. LARUS`tan sonra JACK’in yeni macerası.
Yazarımız, Yesevi hakkında ne kadar bilgi ve belge varsa; hepsini toplayarak ve çapraz okumalar, araştırmalar yaparak gerçekçi bir Yesevi romanı ortaya koymaya çalışmış, bunun için çok uzun mesailer harcamış, başarılı da olmuştur. Yesevi hakkındaki en gerçekçi bilgiler, aslında kendi yazdığı Hikmetlerinin içinde saklıdır. Yazarımız, Hikmetlerini iyice inceleyerek ortaya çıkarabilmiş, öyle ki dörtlükler halinde yazdığı her yaşın şiirleri bile bize bu konuda çok önemli ipuçları vermiştir. Yazarımız tüm bu bilgileri değerlendirmiş, buluşturmuş ve samimi bir duygu deryası içinde Yesevi Hazretlerinin ömrünü en gerçekçi, en temiz ve en duygusal biçimde bizlere sunmuştur. Bu eşsiz eseri elinize aldığınızda çok zevk duyarak okuyacağınıza inanıyoruz…
Çocuk sordu: Gülümsemek kokar mı anne?! Gül gibi, dedi kadın; GÜL!.. İnsanlığın, evrende yaşamaya başladığı ilk dönemden günümüze kadar kendi arayış hikâyesini farklı bir üslupla anlatan bu kitap, çağın karmaşası arasında yitip gitmekte olan kendini bulmanın ve yeniden tanımanın amacındadır. Yazar Mustafa Şimşek`in kitaplarının devamını dört gözle beklemenizi sağlayacak bu eseri okurken; kendinizi, bir film sahnesinin içinde, bazen birebir yaşayacağınız olayların içinde bulacak, bazen de hayallerinize sığınarak ufkunuzun ulaşabildiği yere kadar gidip, kendinizi yeniden keşfetmenin, tanımanın huzuruna kavuşacaksınız.
Hepimizin hayatı aslında bir nefes, Tek nefestir! Dönülmez akşamın ufkunda, Ölüm denen meçhule giderken Yaşadıklarımız ve yaptıklarımızla yüzleşmedir. Ve insan en büyük problemidir güvenmek; Bir elma için cennetten kovulmaktır! Kendi dünyamızın cennet bahçelerinde Ademileştirdiğimiz insanların, aslında hiç buna değmediklerini anladığımızda başlar kavurucu sıcaklar. O demden sonra nereye giderseniz gidin, ardınıza/aklınıza takılmış hiçbir gerçekten kurtulamazsınız. Hayatınız ÜÇ SANİYE, durduramazsınız!
80,00 TL
40,00 TL
50,00 TL
40,00 TL
60,00 TL
90,00 TL
70,00 TL